Pazartesi, Mart 04, 2013

SİNEMADA İSTANBUL’A GÜZELLEME ve AAAAH… GÜZEL İSTANBUL!


Atıf Yılmaz Batıbeki’nin 1966 yılında yönettiği “Ah Güzel İstanbul” [jenerikteki adıyla Aaaah… Güzel İstanbul!] filmi İstanbul’da geçen bir dayanışmanın ve maziye duyulan özlemin hikâyesidir. Yapımcı Nusret İkbal’in sahibi olduğu Be-Ya Film yapımevi adına çekilen filmin senaryosu, Safa Önal ve Ayşe Şasa tarafından yazılmıştır.
 
 
     Nusret İkbal (Yapımcı)                  Atıf Yılmaz (Yönetmen)


Filmde eski güngörmüşlerden, eski İstanbul efendisi, şimdiki sokak fotoğrafçısı Haşmet İbriktaroğlu ile, artist olmak için ailesini terk edip İstanbul’a gelen, fuhuşa sürüklenen, daha sonra Haşmet tarafından kurtarılan, saf genç kız Ayşe’nin serüvenleri anlatılır.

Bimen Şen’in, “Al Sazını Sen Sevdiceğim Şen Hevesinle” adlı sultaniyegâh şarkısı eşliğinde, Boğaz, Rumeli Hisarı, lebiderya yalılar, köşkler, camiler, şehir hatları vapurlarının görüntüleriyle başlayan film, geçmiş İstanbul’a, mazide kalan şehre bir güzellemedir.


Dünün beyzâdesi bugünün seyyar fotoğrafçısı Haşmet İbriktaroğlu, Beylerbeyi’nden Boğaz’a bakarak, “Aaah… güzel İstanbul! Nasıl da bozulmamış o bin yıllık güzelliğin. Ey, canım Boğaziçi! Bir zamanlar dedelerimiz de içlenmiş bu güzelliğinin karşısında… Atalarımız da geçmiş bu sulardan mağrur ve akıncı...” diyerek kaybedilen bir medeniyeti ve ondan kalan güzellikleri hatırlar. Haşmet, geçmişte kalan, yitirilen İstanbul’un güzelliklerini gönlünde yaşatır. İstanbul, dostluk, ahbaplık, komşuluk ilişkilerini henüz kaybetmemiştir. İnsanlar sokakta karşılaştıklarında birbirlerine selâm vermektedir.

Beylerbeyi’nde bir yalıda doğan e büyüyen beyzâde Haşmet’in babası içki düşkünlüğü nedeniyle ailesinden kalan hanları ve köşkü satmıştır. Haşmet de girdiği ticaret işinde başarısızlığa uğrayarak iflas etmiş ve paşa dedesinden miras kalan yalıyı satmak zorunda kalmıştır. Çalışmayı fazla sevmemesi, kendi başına buyruk yaşamak istemesi, beceriksizliği ve içki yüzünden bütün servetini kaybetmiş, yoksullaşmıştır. Ailesinin şöhreti hâlâ yaşasa da varlıklı dostları arayıp sormaz. Haşmet, sattığı yalının yanına kurduğu derme çatma gecekondu-kulübede tek başına yaşamaktadır. Tek eğlencesi mahalledeki dostlarıyla akşamları meyhanede bir araya gelmektir. ‘Kulübe-yi Ahzân’ dediği gecekondusu, büyük gelen paltosu, fötr şapkası, daima yanında taşıdığı şemsiyesi, boyun atkısı, ağzından düşürmediği sigarası ve nüktedan konuşmasıyla kendine has bir asalet taşıyan Haşmet tam bir eski zaman insanıdır. Bu yönüyle yaşadığı çağa ve çevreye uyum halinde değildir.

Haşmet, sabahları “Gündüz çorbacı-gece meyhaneci Rıfkı”nın yerinde çorbasını içer, mahallenin kasabı, bakkalı, balıkçısı, kahvelerde oturanlar ve sokakta rastlaştığı ahbaplarıyla selâmlaştıktan sonra Beylerbeyi iskelesinden vapura biner, İstanbul’a çalışmaya gider. Aile yadigarı ayaklı makinesiyle seyyar fotoğrafçılık yapar.

Karlı bir günde, Sultanahmet meydanında çalışırken, artist olmak için ailesini terk ederek İstanbul’a gelen gencecik Ayşe ile tanışır. Sultanahmet o tarihlerde bugüne göre daha tenhadır; çevre düzenlemesinin henüz tamamlanmadığı görülen meydanın etrafında tek tük yapılar göze çarpar.

Haşmet kalender, yardımsever ve şefkatli bir insandır. Fotoğraflarını çektiği kişilerle tanışır, sohbet eder. Ayşe de bunlardan biridir. Artistik fotoğraf çektirmek için gelen Ayşe’ye adıyla hitap etmek için önce adını sorar.  Ayşe İzmirli kalabalık bir işçi ailesinin çocuğudur. Artist olma hevesiyle ağabeyinin parasını çalıp İstanbul’a gelmiştir. Kendisinin yetenekli olduğunu, yarışmayı kazandıktan sonra kısa zamanda artist olacağını hayal eder. Oğuz Baranlı adında bir filmcinin kendisini artist yapacağını, hatta kalacak yeri olmadığı için pansiyonunda bir oda tahsis ettiğini söyler. Haşmet, akşam aktör arkadaşından Oğuz Boranlı’yı sorar. Figüran bürosu adı altında kadın ticareti yaptığını öğrenince Ayşe’ye yardım etmeye karar verir. Fotoğraf makinesinin karşısında taburede akrobatik artist pozları veren, bilgisizliği ve kaba güzelliği ile samimiyeti ve sevimliliği kişiliğinde biraraya getiren Ayşe’ye ilgi duyar. Onun şöhret olmak için harcanıp kaybolan kızlardan biri olmasına gönlü elvermez. Fakat ona yardım etmek isterken hayatı altüst olur. Randevuevinde polisin yaptığı baskında basılır. Karakolda komiserden azar işitir.

Ayşe, mazisiyle bugünü arasında sıkışmış, hayata karşı ümitlerini tüketmiş yalnız Haşmet için yeni bir pencere olur. Ayşe, Haşmet’in yeknesak hayatını değiştirir, onu yeniden hayata bağlar Ayşe’ye ilgi duyan Haşmet, aralarındaki yaş, ‘içtimaî mevki’ ve kültür farkına rağmen Ayşe’ye âşık olmuştur.

Çağdaş bir şehir masalı havasında hem komik hem hazin bir film olan “Ah Güzel İstanbul”, seyirciye nostaljik bir tat verir. Geneline hakim olan sıcaklığı, içtenliği ve buruk tonuyla gözleri buğulandırır. Zaman zaman bir şiir duyarlılığa bürünen filmde hümor ögesi ustalıkla kullanılmaktadır. İstanbul’un, özellikle Boğaz’ın değişik görünümler alan havası ve hüznü filmin iki yalnız ruhuna ilaç olur.

Filmin fonunda zaman zaman puslu, isli, karlı haliyle hep İstanbul vardır. Görüntü yönetmeni Gani Turanlı’nın kaydettiği temiz siyah-beyaz görüntülere klasik Türk müziğinden örnek icralar eşlik eder. Filmde tasvir edilen İstanbul, artık eski zamanlardaki gibi değildir. Ama teslim bayrağını da tam çekmemiştir. Filmde çevre, olayla tam bir uyum içindedir. Büyük kent hikâyeye katılır. Öyle ki, şehir olmasa, mahalle esnafı, Boğaz, vapurlar ve vapur düdükleri, Beylerbeyi, Sultanahmet Meydanı, Sarayburnu olmasa, onların yerine en uygun dekor bile kurulsa olay aynı canlılığı kazanamaz. Sevimli karakterleri, müziği, Boğaz, Sultanahmet, Beylerbeyi gibi 1960’lı yılların İstanbul’undan manzaralarıyla film, seyircide mazide kalan güzelliklere duyulan özlem duygusunu uyandırır.

Yönetmen Atıf Yılmaz’ın ilgi çekici işlerinden biri olan “Ah Güzel İstanbul”, sinemamızda ATÜT, Halk Sineması, Ulusal Sinema gibi tartışmalarının yapıldığı dönemde çekilmiştir. Filmde, bu tartışmaların yansımaları görülür. Filmde kısa zamanda şöhret olma hayallerinin toplumda açtığı yaralara, özümsenmemiş bir batılı olma isteğinin körü körüne yapılan bir taklitçilik olduğuna, Ayşe’nin karşılaştığı kendi kaynaklarından kopmuş, dejenere olmuş burjuvazi çevresine ve züppeleşmiş aydınlara dair tespitler yapılır.

O devrin meşhur oyuncusu Jean Seberg’i andıran genç Ayla Algan, bu ilk başrol oyunculuğunda artist olmak için evden kaçmış, kötü yola düşmüş zamane kızını başarıyla canlandırıyor. Haşmet rolündeki tecrübeli oyuncu Sadri Alışık ise, nostaljiyi özlem olmaktan çıkarıp, kendi hayatına geçirmiş, eski zaman zarafetini bilen beyzâde kompozisyonunu yaratır. Birbiriyle uyumlu oynayan iki oyuncuya Danyal Topatan, Feridun Çölgeçen, Diclehan Baban, İhsan Yüce, Bilge Zobu, Handan Adalı gibi devrin tecrübeli oyuncuları da eşlik ediyor.


“Ah Güzel İstanbul”, 1967’de İtalya’nın Bordighera kasabasında tertip edilen Uluslararası 10. Güldürü Filmleri Festivali’nde kara komedi olarak ilgi çekmiş ve jüri özel armağanı olan Gümüş Ağaç ödülünü kazanmıştır.

Cuma, Şubat 22, 2013

Laterna Magica



Laterna Magica, sinema sanatının tarihine ilişkin karşımıza çıkan ve günümüzdeki projeksiyon cihazının atası olan aygıttır.
Türkçesi "Büyülü Fener"dir.
Bir gaz lâmbası ve mercek vasıtasıyla, cam üzerine boyanmış resimlerin perdeye veya duvara yansıtılarak görüntü elde edilen bu basit tekniğin ilk olarak Çinlilerce kullanıldığı ileri sürülmektedir.

Ondokuzuncu yüzyılda Britanya üzerinden Kıta Avrupası'na yayıldı.
Zamanla geliştirilen aygıta birbiri üzerinde kayan resimler yerleştirildi ve böylece basit, hareketli görüntüler elde edildi. Meselâ, "ağzına fare kaçan uyuyan adam" gösterisi bunlardan biriydi.
Ondokuzuncu asırda fotoğraf makinesi keşfedilince, büyülü fener için de

yeni bir imkân doğdu. Karartılmış bir odada insanların fotoğrafları ya da manzara fotoğrafları perdeye ya da duvara yansıtılarak saydam resimler (slaytlar) hazırlandı. Yapılan bu saydamlar çoğaltıldı.
Ondokuzuncu yüzyılın sonunda sinematografi - film makinesinin keşfedilmesiyle büyülü fener işlevini tamamen kaybetti ve bir müze nesnesi haline geldi.


İsveçli yönetmen I. Bergman, tiyatro ve sinema hayatını anlattığı kitabına "Laterna Magica" adını vermiştir. Kitap "Büyülü Fener" adıyla Türkiye'de yayınlanmıştır.

gölgeler ve ışıklar (İng. shades and lights)

GÖLGELER VE IŞIKLAR
Bir görüntünün aydınlık ve loş bölümlerini, bunların görüntü içinde dağılışını anlatan terimdir.